30 Haziran 2013 Pazar

Poseidon

Poseidon Heykeli
Poseidon, Yunan mitolojisi'nde denizler, depremler ve atlar tanrısı. Kronus ile Rheia'nın oğlu. Zeus ve Hades'in kardeşi. Roma mitolojisi`nde Neptün (Neptunus) olarak bilinir. En önemli silahı üç dişli bir yabadır ve bu yabayı yere vurduğunda depremler meydana gelir.

Poseidon hırs ve gücü temsil eder. Poseidon'un hırsı Atlantis'in yok olmasına sebep olmuştur. Bunun nedeni ise dünyanın en mükemmel şehrini inşa etme arzusudur. Karanlığın ve İşkencenin tanrısı olan Gorgos'la ölümüne savaş içindedir. Karanlığın ve işkencenin tanrısı olan Gorgos, Zeus'u kıskanmaktadır.

Bu yüzden Olimpos'ta kargaşa ve kaos yarattığından güçleri bir taşa hapsedilerek ve 1 şart koyularak serbest bırakılmıştır. Bu şart ise ne zaman birini öldürmek üzere olsa ona bir dilek hakkı vermektir. Fakat o bu dilekleri çok iyi inceleyerek onu dileyenin alehine bir şekilde gerçekleştirmektedir.

Poseidon Dorlar'ın göçlerinden önce Peloponnesos ile Boiotia'da saygı görürdü. Üç dişli yabası ile denizleri allak bullak eder, karaları sarsar, depremler yollardı. Bunun için Poseidon'a Enosikhthon ile Gaeiokhos (yerin altında yürüyen) de denir. Ayrıca atların da tanrısıydı; En eski efsanelerde sık sık at şeklinde tasvir edilir. Pegasus, Poseidon ile zorla sahip olduğu Medusa'nın çocuğudur. Poseidon Şerefine tertiplenen araba yarışları içinde,Korinthos'ta yapılan İsthmia yarışarı en meşhurlarıdır. Atina'da ki Erekhteion'da, Poseidon'la Athena arasında ki yarışın izleri görülür; Poseidon, üç dişli asasını vurunca kaya da koca bir yarık açılmıştır. Zeus'un kızı olan Athena'ya Atina'da yenilmiştir.

Yüceliğine uygun bir şekilde, Zeus'un kardeşi olan Poseidon, Amphitrite ile evlenmiştir. Amphitrite deniz dibi tanrıçasıdır. Poseidon'un oğullarından biriAmykos'tur. Bebryklerin kralıdır.

Ülkesinin kıyılarına gelen yabancıları yumruk dövüşlerine zorlar, yenilenleri öldürür. Argonautlar, Bebryk'ler iline geldiklerinde Amykos Polydeukes'e yenilir ve artık tehlikesiz bir hale gelir.

Poseidon'un bir diğer oğlu Kyknos'tur. Akhilleus tarafından Troya önlerinde öldürülmüş ve babası tarafından kuğuya dönüştürülmüştür. Babası TitanKronos'tur. Zeus'u tahttan indirirken diğer tanrı ve tanrıçalardan yardım almıştır. Zeus'u altın ağla yakalamışlardır. Fakat Zeus bu ağdan kurtulmayı basarmıştır.

Poseidon kültürü, Türkiye'de çok yaygın olmamasına rağmen, en önemli merkezlerinden biri olan Panionion, Aydın'a bağlı Dilek Yarımadasındadır. Panionion'nun önemi Poseidon'a adanmış bir tapınağın olması ve bölgenin, Anadoludaki, en güçlü yunan-kent birliği olan İyon Birliğinin kültürel merkezi ve geleneksel festival alanı olmasıdır.

Türkiye'de Poseidon ile ilgili veya Posedion inancının olduğu yerler;


Katakekaumene (Yanık Topraklar), Frigya yakınlarında iç kısımlarda bulunan bu bölgede Poseidon inancının yerleşmesi deniz ile ilgili değil, bölgenin sismik olarak hareketli olması ve Posidon'un yeri sarsan tanrı olarak deprem nedeni olarak görülmesidir.

Milet, Poseidon Helikonios (Yunanistanda bir antik kent olan Helike'ye ithafen "Helike şehrinden gelen" anlamında)


Mylasa
Panionion, Poseidon Helikonios
Priene , Poseidon Helikonios
Teos, Poseidon Helikonios

Ayrıca Yalova'ya bağlı Armutlu ilçesinin bulunduğu burun "Posidium Burnu" olarak adlandırılır.

Anteros

Anteros
Anteros Kimdir? Mitolojide Anteros: Aşk tanrısı Eros'un karşıtı olan tanrısal varlık. Ares ile Afrodit'in çocuğudur. Seveni baht eden, sevgiye karşılık veren anlamına gelir.

Bir diğer yoruma göre ise, katı yürekli ve de duygusuz olan Anteros, doğa dışı sevgileri önleyerek düzeni sağlar. Korkunun ve korkma duygusunun tanrısı olan Phobos ile kardeştir.

Prometheus

Prometheus
Prometheus, Hesiodos'a göre İapetos'la ve Klymene'nin oğlu ve Atlas, Menoitios ve Epimetheus'un kardeşidir. Bazı metinlerde Prometheus'un annesi Asia ve kardeşi Athos olarak gösterilir.

Prometheus, öteki kardeşleri gibi, tanrısal düzene kafa tutmuş, karşı çıkmış ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanoğlunu yaratarak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vererek bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır.

Olympos Tanrıları'nın kuvvet ve kudretine karşılık, Prometheus'da kurnazlık ve zeka vardır. Titanların isyanları sırasında tarafsızlığını korumuş ve başkaldırmamış bir Titan oğlu olarak Zeus'un gözüne girmeyi başarmıştı. Zeus onu Olympos'daki ölümsüzlerin arasına aldı. Oysa o Zeus ve arkadaşlarına karşı kin besliyordu. Dedelerinin öcünü almak için, kendi gözyaşıyla yoğurduğu balçıktan ilk insanı yarattı. Sonra onun acizliğine acıyarak, Hephahistos (Ateş Tanrısı) alevler saçan ocağından bir kıvılcım çaldı ve insanlara armağan etti. Bunun için Tanrı Zeus tarafından Kafkas Dağında zincire vurulmuş ve Prometheus Desmotes (zincire vurulmuş Prometheus) adıyla anılmıştır. Tanrılarca görevlendirilen bir kartal(bazen akbabayla karıştırılır) sürekli olarak, her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirmektedir. OnuKafkas dağının tepesindeki bu işkenceden Zeus'un oğlu yarı tanrı, ölümlü Herakles kurtarır. Prometheus; "Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yoktur" der, böylelikle insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur.

Bu arada Zeus, kendisini hiçe sayan insanlara da bir ders vermek için, Hephaistos'a su ve balçıktan ilk bakirenin heykelini yaptırdı ve kalbine ruh yerine Prometheus'un ateşi çaldığı yerden aldığı bir kıvılcımı koydu ona Pandora ismini verdi. Onu insanlara yollarken eline verdiği kutuda ise tüm kötülük ve ızdıraplar vardı. Zeus böylece insanlardan da intikamını aldı.

Zincire vurulmasındaki asıl neden Zeus'un ondan korkuyor olmasıdır. Geleceği görme yetisi olan bir titan'dır ve bu yetisini kullanarak Zeus'un Kronos'u tahttan indirmesine yardımcı olmuştur. Gelecekte de Prometheus'un bu özelliğini kendisinin tahttan düşürülmesi için de kullanacağından korkan Zeus, Prometheus'un ateşi (bilgiyi) çalarak insanlara vermesi ile ondan kurtulmak için gerekli fırsatı elde etmiştir. Bu işkence 30000 yıl sürmek üzere planlanmıştı, fakat Herkül'ün onu serbest bırakmasıyla Prometheus kendisinin karaciğerini her gün yiyen kartalı buldu ve öç olarak Zeus'un Prometheus'u cezalandırmakla görevlendirdiği kartalın karaciğerini yedi. Zeus bu şekilde cezasını sonlandıran Prometheus'u affetti ve tekrar ölümsüzler arasına aldı.

Atlas - Titanlar

Atlas
Atlas, Yunan mitolojisinde Iapetos ile Klymene'nin 13 çocuğundan en güçlü olanıdır. Olympos’a saldırdığı için Zeus tarafından gök kubbeyi omuzlarında taşımakla cezalandırılmıştır. Bu mitolojik dayanakla tıpta kafatasını taşıyan ilk omura da atlas adı verilmiştir. Eski bir hikâyede Herkül ile aralarında geçen olay şöyle anlatılır:

Tanrıların kralı Zeus Atlas'a çok kızmıştı.Bunun nedeni Atlas'ın koca tanrı Zeus ile savaşmak istemesiydi. Koca tanrı, Atlas'a büyük bir ceza verdi;Atlas,sonsuza kadar Dünya'yı sırtında taşımalıydı!


Bu yorucu görevden kurtulmak isteyen Atlas, Herkül kendisinden yardım isteyince sinsice bir plan yaptı. Herkül bir bahçede bir ejderhanın koruduğu üç altın elmayı ele geçirmek istiyordu.Atlas,Herkül'e kendisi dönünceye kadar Dünya'yı sırtında taşırsa elmaları ona getireceğini söyledi.Atlas elmaları aldı ve geldi. Herkül'e: -Sen taşımaya devam et! dedi. Bunun üzerine Herkül taşımayı kabul etti ama sırtına bir omuzluk yerleştirene kadar birkaç dakika Atlas'ın tutmasını istedi. Atlas Dünya'yı alır almaz Herkül kaçtı ve Atlas kandırıldığını anladı.Bazı hikâyelerde gök gürültüsünün Atlas'ın Herkül'e haykırışı olduğu anlatılır.Atlas omuzlarında dünyayı değil gökkubbeyi taşır

Titanlar Olimposlulara karşı isyan edince Zeus, Atlas’ı gökyüzünü taşıma cezasına çarptırdı. Bununla birlikte, Atlas çoğunlukla küre şeklinde bir şey taşırken tasvir edilir, en mükemmeli de Flaman Mercator’un toplu halde yayınlanan haritalarının kapağında kullanılanıdır. Daha yakından bakılırsa bu kürenin aslında Dünya değil, gökkubbe olduğu görülecektir. Ayrıca Mercator, kitabının adını Titan’dan değil, ilk kez “göksel” küreyi (“yerküre”nin aksine) ürettiği kabul edilen (dağlara da adını vermiş olan) efsanevi filozof, Moritanya Kralı Atlas’tan almıştır.

29 Haziran 2013 Cumartesi

Sibiller (Sibyls) - Sibil Kehanetleri

Antik dönemin sonlarında ''Sibiller'' olarak, tam bilinmeyen kahin kadınlar tanımlanmıştır. Kelimenin anlamı belli değildir. II. yüzyılda Romalı bilim adamı Varro'nun bildirdiği Yunanca ''siou boe'' türetme yanlıştır. Varro'ya göre 10 Sibil varolmuştur, diğer yazarlar daha fazlasından bahsederler. En tanınmışı Napoli'deki Cumaeli Sibil'dir. Ölüler diyarındaki babası Anckises ile konuşmak isteyen Romalı Kahraman Aeneas ona danışır. Onu tanrıça yerini koyduğundan, ona kurban vermek ister. O ise bunu reddeder ve Aeneas'a, Ovidius'un metemorfozlar'ında yazdığı hikayeyi anlatır:

''Bir zamanlar Apollon ona kur yapar, fakat o Apollon'un kendisine kehanet yeteneğini vermesine rağmen naz yapar. Apollon daha ne dileği olduğunu sorduğunda, bir avuç dolusu kumu yere saçar ve yere düşen kum taneleri kadar yıl dileğinde bulunur. Fakat talihsizlik eseri aynı miktarda gençlik yılı dilemeyi unutur ve Aeneas'ın ziyareti sırasında şimdiden 700 yaşında olan kendisi, hep daha da yaşlanmak ve yavaş yavaş buruşmaya ve kurumak üzere lanetlenmiştir.''

Roma'da Sibiller'in deyişleri ''Libri Sibyllini'' lerde toplanmış ve Jüpiter Capitolinus tapınağında korunmuştur; sadece 15 rahip meclisi bunlara kült ve litürjik sorularında danışabiliyordu. Efsaneye göre bunlar gizemli yabancı bir kadın tarafından, eski Roma Kralı Tarquinius'a altın olarak fahiş yükseklikte bir fiyata teklif edilmiş. Kral pazarlık yapmak istediğinde kadın kitapları yakmaya başlamış. Kadın kitapların 3'te 1'ini yaktıktan sonra, kral tümü için istenilen fiyata kalanlarını satın almış. Mabetin M.Ö 83'te yanmasıyla Sibil kitapları da yok oldu. Bunlar kehanetler değil talimatları içeriyordu. 76 yılında yeni bir koleksiyon oluşturulur, fakat Romalı devlet adamı ve başkumandan Flavius bunları IV. yüzyılda yaktırır.

II. Yüzyılda oluşan ''Sibil Kitapları'' koleksiyonunun, önceki ikisiyle hiç alakası yoktur; bu Yahudi ve Yahudi olmayan Hıristiyanlıktan etkilenmiş çevrelerden kafiyeli kehanetler içerir. Agustinus bunları eski ve gerçek sayar ve normalde şiddetle reddettiği bir görüş olan, Tanrı'nın inançsızların ağzından konuşmuş olabileceğinin çok az sayıdaki kanıtlarından birisi olarak görür. Mısralarının Yunanca kelimeleri ''İsa Peygamber, Tanrı'nın oğlu, Mesih'' için başlangıç harflerini veren kehanetlerden birisi onu ikna eder. 

Sibil Kehanetleri, değiştirilmiş ve geliştirilmiş metinlerde geç ortaçağa kadar çok yaygın olarak görüşmüştür.

28 Haziran 2013 Cuma

Agamemnon

Agamemnon
Agamemnon, Yunan mitolojisinde Miken Kralı, Sparta Kralı Menelaos’un büyük kardeşi, orduları Truva (Troya) savaşına götüren kumandan. Atreus veAerope’nin oğludur. Yunan orduları Avlid’de Truva’ya yola çıkmak için toplandıklarında hiç rüzgar olmadığı için Agamemnon Av Tanrıçası Artemisrüzgarları serbest bıraksın diye kızı Iphigenia’yı kurban verdi.

İphigenia, kurban olarak kesileceği sırada Artemis, bir dişi geyik göndererek kızın yerine onu kurban ettirtti ve kızı Artemis tapınağına rahibe yaptı.

Böylece Artemis rüzgarları serbest bıraktı. Truva savaşında kazanılan zaferden sonra Agamemnon güzel Kasandra’yı da yanına alıp evine döndü. Agamemnon'un kızları Iphigenia'yı öldürmesini ve Cassandra'yla dönmesini sindiremeyen, Agememnon’un karısı Klytaimnestra sevgilisi Aigisthos ile birlikte Agememnon’u öldürdüler. Oğlu Orestes sonradan babasının intikamını aldı ve annesi ile sevgilisini öldürdü.

27 Haziran 2013 Perşembe

Voodoo (Vudu)

Voodoo (Vudu)
Vudu (Benin'de Vodun; Haiti'de Vodou ve Dominik Cumhuriyeti'nde Vudu), Batı Afrika kökenli ruhçu-animist bir din. Haiti'nin resmi dinlerinden biridir. Başta Kongo, Yoruba ve Dahomeanlar olmak üzere, Avrupalılar tarafından köleleştirilerek Saint-Domingue'ye (bugünkü Haiti) getirilen çeşitli Afrikalı etnik gruplar tarafından oluşturulmuş, Avrupa dini gelenekleri ile sentezlenmiştir.

16. ve 17. yüzyıllarda Katolik misyonerler tarafından Hristiyanlaştırılmıştır. Fon dilinde vodou sözcüğü "ruh" veya "ilah" anlamına gelir.

Vudu geleneksel bir Afro-Haiti dini; tıbbı, adalet sistemini, felsefeyi de kapsayan bir dünya görüşüdür. Vudu'nun temelinde herşeyin "ruh" olduğu inancı vardır. İnsanlar, görünen dünyada yaşayan ruhlardır. Görünmeyen alemde ise lwa (ruhlar), mystè (gizemler), anvizib (görünmeyenler), zanj (melekler) ile ataların ve yakın zamanda ölmüşlerin ruhları yaşarlar.


Ruhların yaşadığı aleme Ginen denir. Hristiyan inancındaki Tanrı'nın evreni ve ruhları yarattığına, ruhların Tanrı'ya insanlığı ve doğal dünyayı idare etmesinde yardımcı olduğuna inanılır.
Voodoo (Vudu)
Batı Afrika'da, batı Nijerya'dan doğu Gana'ya, yaşayan Fon, Ewe ve Yoruba gibi çeşitli topluluklardan çıkmıştır. Benin'de Vudu (Vodun) ulusal dindir ve nüfusun %60'ı tarafından benimsenmiştir. Diğer Vudu gelenekleri özellikle Orta Afrika adetlerinden etkilenmiştir. Örneğin kuzey Haiti'de Lemba olarak da bilinen Kongo ayini Batı Afrikalı öğeler kadar yaygın olsa da Kuzey Amerikalılar tarafından pek önemsenmemiştir.

Küba'daki Fon geleneği La Regla Arara olarak bilinir. Ayrıca, Brezilya'deki eski köleler arasında yaygınlaşmış olan Fon geleneği, Jeje Vodun olarak bilinen bir geleneğin doğmasına neden olmuştur.

Afrika'daki kökeni

Vodun, tektanrıcı (monoteistik) ve büyüsel (büyü içeren) bir animizm türüdür. Batı Afrikalı çeşitli etnik gruplar tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kültürel anlamda Fon, Gun, Mina ve Eve toplulukları ikici (dual) kozmolojik bir prensip etrafında gelişen metafiziki bir düşünceyi paylaşır. Bu ikici kozmolojik düşünceye göre; Nana Buluku, Tanrı-Yaratıcı ve Tanrı(lar)-Oyuncu(lar) veya Vodun(lar), yani Yaratıcı'nın ikiz çocukları olan Mawu (ay tanrıçası) ve Lisa'nın (güneş tanrısı) kız ve oğul evlatları vardır. Tanrı-Yaratıcı, Nana Buluku, kozmogonik ilkedir ve dünyevi işlerle uğraşmaz - dünyevi olaylarla uğraşmak için çok büyük ve önemlidir; böylece Vodun(lar),Tanrı(lar)-Oyuncu(lar), dünyevi işleri yönetenlerdir.

Vodunların panteonu (tanrıların toplamı) çok geniş ve komplekstir. Mawu'nun doğrudan 7 oğlu, interetnik tarihi veya mitik kişiler, birçok etnik Vodun, belli klan ve kabilelerin koruyucuları veya liderleri ve bazı modern Vodunlar bulunur.

Her ne kadar soya ve atalara verilen önem ile Batı Afrika (veya Benin) Vodun'u, Haiti Vodou'suna benzese de, her ruh ailesinin özel bir ruhban sınıfı vardır ve bu sınıf genellikle ırsidir - miras yoluyla devredilir. Afrika'da; su tanrıçaları Mami Wata, Haiti'deki yaşlı betimlemesinden farklı olarak genç ve erkeksi olan Legba, demir ve demirciliği yöneten Gu, hastalıkları yöneten Sakpata ve Batı Afrika'ya özgü birçok farklı ruh bulunur.

Batı Afrika'daki totaliter rejimler Vodun'u ve diğer dinleri bastırmaya çalışmış olsa da, bugün bu din ve gelenekler yeniden gelişmeye başlamıştır ve Vodun bölgede 30 milyondan fazla kişi tarafından benimsenmektedir.

Trans (Geçiş)

Vududa köleler her sabah ve akşam, bir ritüel olarak kırbaç darbeleri temposuyla birlikte yüksek sesle dua etmek zorundadırlar. Posesyonel açıdan üç tip vardır;

Tahakkümcü tip,
İpnotik uykunun söz konusu olmadığı tip,
Denetimin olmadığı tip.

26 Haziran 2013 Çarşamba

Câlût Kimdir? Davut ile Câlût Hikayesi

Câlût (Golyat) , MÖ 11. yüzyılda yaşadığına inanılan Tanah, Eski Ahit ve Kur'an'da bahsi geçen savaşçı dev. İsrail Krallığı'nın gelecekteki hükümdarı Davud (İslam'da Davud peygamber) ile yaptığı ve kaybettiği düello ile bilinir.

Tanah ve Eski Ahit'e göre Antik Filistin şehri Gat'tandır. 1. Samuel 17 bölümüne göre Antik Filistinliler, İsrail Kralı Şaul (İslam'da Tâlût) ile savaş halindeydiler ve Câlût her gün İsrail askerlerini düelloya davet ediyordu. Sadece Davud Câlût'a meydan okumaya cesaret edebildi ve onu sapanıyla yendi. Yenilmez savaşçılarını kaybeden Filistinlilerin cesareti kırıldı ve kaçtılar. Devin kolları tapınağa konuldu.


Davud'un halk tarafından çok sevilmesi, adına maniler dizilmesi Şaul'u endişelendirmeye başladı.(1. Samuel, 18) Halkın Davud'u kral yapmak istediğini düşünmeye başladı ve onu öldürmeye karar verdi. Davud Şaul'dan kaçarken Câlût'un kılıcını yanına aldı.(1. Samuel 21: 1-9)

Tanah ve Eski Ahit'teki bir başka bölümde (2. Samuel 21: 18-22) Beytüllahimli Yareoregim'in oğlu Elhanan'ın Golyat'ı öldürdüğü söylenir. Akademisyenlerce bunun bir elle kopyalama hatası olabileceği düşünülür zira paralel başka bir bölümde "Elhanan, Gatlı Golyat'ın kardeşi Lahmi'yi öldürdü," denir.(1. Tarihler 20:5)

Bakara Sûresi'nde (249-251) Davud ve Câlût'dan kısaca bahsedilir. Câlût'un kafir bir kavimden olduğu, Davud tarafından öldürüldüğü ve Allah'ın Davud'a hükümdarlık bahşettiği söylenir.


Câlût'un Boyu Ne Kadar?

Câlût'un boyu tarih boyunca çeşitli yazar ve çevirmenler tarafından gitgide büyütülmekle birlikte; eldeki en eski belgeler olan Ölü Deniz Tomarları'nda, 1. yüzyıl tarihçilerinden Josephus'un kayıtlarında ve 4. yüzyıl Septuaginta'sında (Yunanca Eski Ahit) "4 dirsek (kübit) ve bir karış (span)" olarak verilir. Yaklaşık olarak 2,05 metreye denk gelen bu boy günümüz standartlarına göre devasa olmamakla birlikte Câlût çağdaşlarından yaklaşık %30 daha uzundu. Daha sonraki dönem belgelerde 6 dirsek ve 1 karış olduğundan bahsedilir ki bu da yaklaşık 3 metreye denk gelir.

24 Haziran 2013 Pazartesi

Antik Yunan Kehanet Sanatı ve Kahinlik

Kâhinlik uygulamaları içinde en bilinenleri, antik Yunan’daki ve okült bilgilerinin büyük kısmını Etrüskler’den ve bir kısmını da eski Yunanlılar’dan almış Romalılar’daki uygulamalardır. Antik Yunan’da kâhinlik çalışmaları özellikle Apollon tapınaklarının bulunduğu orakl merkezlerinde yoğunluk kazanmıştı.

Eski Yunanca’da kehanet anlamına gelen mantika doğal ve yapay olarak ikiye ayrılırdı: Oneirokritai (haberci rüyaların yorumu), manteuma veya orakl (transa dayalı hikmetli sözler ve bunlardan anlam çıkarma), egkoimesis (istihare) ve nekromansi (bedensiz varlıklardan bilgi alma) doğal mantika içinde yer alırdı. Yapay mantika ise fallardan oluşurdu.

Anadoluda Gizemli Yerler

Anadolu'nun Altı Oyuk mu? Yeraltı kentlerini kim, neden yaptı? 85 m. derinlik, çağdaş bir havalandırma sistemi, binlerce kişinin yaşayabileceği bir kompleks, mükemmel bir savunma sistemi; Ve bunların ne zaman, niçin yapıldığı belli değil. Orta Anadolu´da Nevşehir, Niğde Aksaray yörelerinde yüze yakın yeraltı kenti, tüneller ve mağralar bulunmaktadır yani bu yöremizin altı karıncaların yuvalarına benzer.

Cevabı hala bulunamayan bir gizemle karşı karşıyamıyız? Gözümüz hep uzaya dönük ama dünyamızın içindeki bilinmeyenler de hala uzay kadar karanlık ve çözümsüz.

Cevap hala bulunamadı, bir gün birileri ciddi maliyetleri göze alıncaya kadar... Ne garip değil mi? Neredeyse Orta Anadolu´nun yarısına yakın bir bölümünün altında dev yeraltı kentlerinin bulunduğu ancak 1960´ların başında farkedildi. Söylencelere göre, yeraltı kentlerinin bulunmasının nedeni bir deliğe girip kaybolan bir tavuktur, bir diğerine göre Demir adındaki bir köylüdür veya meraklı turistlerdir. Bu garip yerlerin birer mühendislik şaheseri olduğunu söylersek abartmış olmayız, bir kere havalandırma sistemi ve mantığı mükemmeldir, evet kayaların normalin altında bir kırılganlığa sahip oldukları doğrudur ama yeraltı kentlerini gördüğünüzde bunun yeterli bir açıklamadan çok uzak olduğunu görürsünüz çünkü modern araçlar gerekmektedir. Günümüzdeki modern teknolojinin çizgisinde olan maden ocaklarının hiçbirisi böylesine mükemmel ve hatta konforlu değildir... Peki Nevşehir civarındaki bu yeraltı kentlerinin amacı nedir?

Anadolu´da bir kehanet merkezi : Didim tapınağı

Şimdilerde "Orakl"ların yaşadıkları veya geçerli oldukları dönem MÖ 700 ile MS 300 arasındaydı. Sözcüğün üç anlamı vardır ya da üç şeyi tanımlar; birinci anlamda "Orakl" tanrıların konuştuğu kişidir, ikinci anlamda geçerli yani güncel olan tapınak veya çekinilen, saygı duyulan tanrıdır, üçüncü anlamda ise tanrı tarafından kahin aracılığı ile verilen cevaptır. Batı Anadolu´nun yani İyonya´nın bağrında bulunan Söke yakınlarındaki Didim Apollo Tapınağı 1700 öncesine kadar yaklaşık ikibin yıllık bir "Orakl" merkeziydi. Antik Dünya´dan günümüze gelen bu baş döndürücü Tapınak, geçmişe terk ettiğimiz ve unuttuğumuz görkemin ve de gizemin muhteşem bir örneği olarak gözlerimizin önünde hala durmaktadır..

Çok uzak bir öykü : Nemrut dağı

"Kardeşlik Örgütü" Anadolu´daydı Nemrut´un Sırrı Nemrut Dağı hep gizemli iddialara hedef oldu; hatta uzaylıların gizli üssü olduğu bile iddia edildi; kesin olan tek şey dağda bilinmeyen veya henüz keşfedilmemiş tünellerin olduğu ve efsanevi Commagene Kralı I. Antiochos´un kayıp mezarıdır. Dağın gizemi, çok değişik alanlara yöneliyor; Hıristiyanlığın burada başlamasından tutun da, İsa´nın doğumundaki simgesel anlama ve de Noel´in yanlış zamanda kutlanmasına kadar... "The Orion Mystery ve The Mayan Prophecies" kitaplarının yazarlarından araştırmacı Adrian Gilbert, bu sırrı kovaladı, Rusya´dan Fransa´ya ve Mısır´a, Filistin´den Güneydoğu Anadolu´ya uzanan yorucu bir çalışmadan sonra edindiği bilgileri, inanılmaz iddialarla bütünleştirerek, bir kitap yazdı ve gizem büyüdü..



Nemrut Dağının Gizemi


Tarihin neresine bakarsanız bakın, muhakkak dünyanın bir yerinde, özgün bir inanç veya mistik ya da okült bir yaşam biçimi karşınıza çıkacaktır. Bu tür grupların ana ilkesi kardeşliktir, kardeşlik adayı belli bir eğitim, öğrenim ve sınav aşamasını yaşadıktan sonra ezoterik gizemlerle beraber yaşamaya başlar ama bunları dışarıya taşıması yasaktır çünkü bilgi özeldir ve yeterince eğitilmemiş, amacını bilmeyen ve meraktan öteye geçemeyen yani hak etmeyen kişilere verilemez.

Yüzyılın sonuna doğru, çoğunluğu Rus olan bir grup okültist veya ezoterist gizemci peşpeşe ortaya çıktı; aralarında Madam H.P.Blavatsky, Alexandra David-Neale, P.D. Ouspensky ve G.I.Gurdjieff gibi çok önemli isimler bulunuyordu. Doğunun tanımıyla bunlar; "Bilgeliğin Ustaları" ydılar. Tümü, uzak geçmişin ezoterik ve gizemci mantığı doğrultusundaydı, kurdukları gizem örgütleri günümüzde milyonlarca insanı yönlendiriyor, yani "Kardeşlik" hala yaşıyor.

Nemrut Dağı ve Sırları 

Adrian Gilbert, tüm öykünün anlamının farklı olduğu görüşünde, bizlere bu şekilde İsa´nın doğum horoskobunun yani yıldız haritasının anlatılmak istendiğini düşünüyor, eğer okuma doğru yapılırsa kesin zaman belirlenecektir. İsa´da Horus gibi bir kral olarak doğmuştur, gezegenlere uygun armağanlar onun doğumunu simgelerler, Matta İncilinde armağanların baştan çıkarıcı oldukları ve egosal amaçlarla kullanılabilecekleri vurgulanır.

Yani üç gezegenin negatif yönleri vurgulanır, negatif yönler pratik Maji´nin reddedilmesi (Merkür), ölümsüzlük arzusu (Satürn) ve krallık yani iktidar hırsıdır (Jüpiter). Daha sonraki olaylarda benzer anlamlar içerirler, Yahya Peygamber Ürdün Irmağı´nda İsa´yı vaftiz ederken cennetten gelen bir güvercin simgeselliğinde İsa´ya en yüksek armağan verilir, bunun anlamı gezegendeki en yüksek krallığın onaylanmasıdır. Artık o, Logos´un yani Varoluş´un aracı olmuştur. Yani Vaftiz´in simgeselliği ve 6 Ocak kutlamalarının anlamı göksel buluşmanın gerçekleşmesi daha da ötede İsa´nın göksel doğumudur. Ama daha sonra bu tarih değişecek, 25 Aralık´a kayarak, antik Roma´nın Satürn şenlikleri Mitralar´ın doğumu ile karışacaktır.

Bütün bunlardan anlaşılan şey, Kayıp Kardeşlik Örgütü´nün içeriğidir, Horus´dan, İsa´ya oradan da Kral I. Antiochus´a uzanan gizemin ezoterik anlamı ve bunun astrolojik metodla, Hermetik Bilgelik düzeyinde simgeselleştirilmesidir fakat tüm anlatılar ve Gilbert´in iddiaları yine de asıl gizemi açıklayamıyor; yıldızların ve gezegenlerin etkinliği ya da önemi acaba kutsallık düzeyinde ezoterik simgesellik midir? Yoksa, dünya dışındaki bir yerler mi ima edilmektedir? Sır, Orion ve Sirius´da saklı gibidir; birgün bunu da öğreneceğiz; ne zaman mı? Kimbilir, belki de Nemrut Dağı´nın altında yatan sırrı çözdüğümüz zaman...


Bilinmeyen Anadolu´dan bir dilim...

Üzerlerine binlerce kitabın yazıldığı, filmlerin çekildiği kayıp uygarlıklar ve kentler sizlere kendi içinizdeki göremediğiniz yerleri açabilir veya kapalı kapıları aralayabilir. İşte Ege´den Türkiye Gizemtur´un birinci bölümü...
Bilinmeyene doğru derken ve bilinmeyeni genelde hep gökte veya bir başka boyutta ararken gelin yere inelim...

Anadolu binlerce yıldan bu yana sayısız uygarlığın beşiği olurken birçok gizemi de bağrında saklamış.. Elbette ki, her gizem doğaüstü değildir, bazı gizemler tarihi konumları ve anlaşılmaz ama hissedilebilir anlamlarıyla gizemli olurlar. Gizem ya da bilinmeyen faktör doğanın ta kendisinde de olabilir, eğer yaşadığınız çevre hakkında bilgi edinmek ve bazı olayları yaşamak istiyorsanız, siz siz olun ve muhakkak gezin, unutmayın eskiler “Çok gezen ve çok bilen..” arasındaki farkı bize gayet iyi belirtmişler.. Durumunuz orta düzeyde dahi olsa, çoğunuzun bir arabası vardır ve yine çoğunuz bu araba ile güneye tatile gitmişsinizdir, Ege´den geçerken yolunuzun üzerinde bazı önemli yerler vardır, işte size sözünü ettiğim önemli yerlerden birisi Bafa Gölü ve bu göl kıyısının şimdi birkaç avuç kalmış olan altın kumları. Durun ve Bafa´ya bir iki saat ayırın. Göreceğiniz doğa size çok farklı kılabilir.


Troja ve tahta at bir masal mı? 

Birçok araştırmacıya göre Troya Efsanesi, Homeros´ın yazdıkları ve tahta at birer masaldan ibaret. Gizemi aydınlatan Hitit tabletleri, kimliği bilinmeyen "Deniz Adamları", insanımsı tanrılar ve Homeros´dan binlerce yıl sonra efsaneyi gerçekten yaşayan adı bilinmeyen Sicilyalı genç kız...

Çoğumuzun yolu Çanakkale´den geçmiştir. Dünyanın jeo-politik önemi büyük en önemli boğazlarından biri olmasının yanısıra Çanakkale bir savaş destanının da odağı ve simgesidir. Ama Çanakkale´nin bir diğer yönü daha vardır ve bu yönü ile Çanakkale tüm dünya kültüründe yer alır çünkü Homeros´un ölümsüz Troya´sı oradadır. Bu günlerde, Troya adı yine gündemde çünkü yüzyılın başında Çanakkale kıyılarından Schliemann adlı hırsız tarafından kaçırılan ve Troya Kralı Priama ait olduğu varsayılan hazine yıllardan sonra Rusya´da sergilenmek üzere ortaya çıktı. Şimdi, Almanlar hazinenin kendilerinden kaçırıldığını ileri sürerken, Yunanlılar da, Schliemann´nın Yunanlı karısı yüzünden olsa gerek hak sahibi olduklarını iddia ediyorlar ve tabii biz de varız, çünkü hazinenin bulunduğu yer bizim topraklarımız, öyleyse Priam´ın Hazineleri bize iade edilmeli diyoruz. Ama gelin biz konumuza dönelim ve Troya Gizemi´ne doğru yol alalım.


Truvadaki Kayıp Deniz Adamları

Schliemann´dan sonra kazıları sürdüren Alman Wilhelm Dörpfeld, duvarlar buldu ama bu duvarların Homer´in İliada´sında anlatılan dev kale duvarları, kuleler ve duvar ardındaki beş evle hiç ilişkisi yoktu. Üstelik yazılanlara göre çok küçük ve kısaydılar. Üstelik, yine efsanedeki gibi kıyıya yönelik değildiler. 1900´lerin başında İngiliz arkeolog Arthur Evans, Girit´te bir dizi kazıya girişti ve hala tamamı çözülemeyen garip bir hiyeroglif yazıyla yazılmış tabletler buldu. 

Çözümlenen bölümler şaşırtıcıydı, çünkü Homer´in İliada´sında geçen isimler burada da vardı. Evans, buradan yola çıkarak, Troya´yı reddetti ama bu iddiayı kabul etmeyenler de vardı. Fakat yeni bir iddia ortaya atılıyordu, Amerikalı Carl Blegen, Troya Savaşı´nı reddetmiyor, ama kentin yakılıp yıkılmasına Akhaların değil, dev bir depremin kuşatmanın onuncu yılında neden olduğunu ileri sürüyordu. Blegen´e göre, depremin izleri açıkça ortadaydı. Yıkıntıların aldığı şekil, bir at görünümü almış olabilirdi ve işte o noktada efsane işe karışmıştı.

Troya´nın öyküsü burada da bitmiyor, uzak denizlerden gelerek Troya´yı kuşatan "Deniz Adamları" kimdiler? Onlarla ilgili eski kaynaklara raslanmıyor, hala da bulunamadı, Troya´yı anlatan en eski kaynaklar çok daha sonralara ait.

Sistersiyen Tarikatı (Order of Cistercian)

Order of Cistercian
Sistersiyen Tarikatı (Order of Cistercian) hıristiyanlığın katolik koluna bağlı kendilerini dünya işlerinden ayırmış keşiş ve rahibelerden oluşan bir tarikattır. Bernardinler veya üzerilerine giydikleri beyaz cübbeden dolayı Beyaz Keşişler olarak da adlandırılır. Sistersiyenlerin hayatı el işçiliği ve kendine yetme üzerine yoğunlaşmıştır.

Her türlü dünyevi eşyadan ve maldan soyutlanmışlardır, mal ve para sahibi olamazlar, üzerilerindeki giysi dahi onlara ait değildir. İnzivaya çekildikleri manastırda vakitlerini dua, ibadet ve tefekkür ile geçirirler. Bunun dışında manastır içinde dış dünyaya bağlı olmadan kendi kendilerine yetecek bir yaşam kurarlar. Özellikle tarım faaliyetlerinde peynir ve bira yapımında ileri gitmişler. Sistersiyenler bu faaliyetleri bir ibadet olarak görüp mükemmeliyeti ararlar. Kendilerine yetecek kadar üretim yaparlar, şayet fazla üretim olmuş ise bu ihtiyacı olanlara dağıtılır veya satılarak geliri manastırın bakımı ve çeşitli sosyal yardım projelerine aktarılır.

Sistersiyen köken olarak Fransızcadır ve Latince Cistercium'dan gelmektedir. Cistercium Fransa'da Dijon şehri yakınlarında bulunan Citeaux köyünün Latince adıdır. 1098 yılında Molesme manastırından Aziz Benedikt'in yolunda giden bir grup keşiş tarafından Citeaux manastırı bu köyde kurulmuştur. 1110'da 30 yoldaşı ile birlikte bu manastıra katılan Bernard de Clairvaux bu tarikatın hızlı bir şekilde yayılmasına yardım etti.

12.yy sonlarına gelindiğinde Sistersiyenler Fransa, İngiltere, İskoçya, İrlanda, İspanya, Portekiz, İtalya ve Doğu Avrupaya yayılmıştı.

Sistersiyenler yaşam olarak Aziz Benedikt zamanındaki yaşamı sürmeye özen gösteriyorlardı. Benediktinlerin zaman içinde geçirdikleri gelişmeleri reddedip Aziz Benedikt zamanındaki manastır hayatını birebir yaşıyorlardı. Özellikle vücut işçiliği, tarlada çalışma Sistersiyenleri diğer Benediktinlerden ayıran özelliklerdir.

Sistersiyenler 18.yy da İngiltere ve Fransa'da yaşanan protestan reformlardan etkilenmişse de 19.yy'da tekrar öze dönüş hareketleri görülmüştür. 1891 yılında Trappist adı verilen (Ordo Cisterciensium Strictioris Observantiae – OCSO) ve Sistersiyen geleneğini sıkı bir şekilde sürdüren bir kol ortaya çıkmış ve çeşitli manastırlar kurmuştur.

Sistersiyenler yaptıkları işte mükemmeliyeti hedefledikleri için özelikle tarımsal üretim alanında pek çok yeni teknik geliştirmişlerdir. Manastır kurdukları uzak bölgelerdeki halk onların geliştirdikleri teknikleri öğrenerek ilerlemiştir. Bu özellikleri ile Avrupa'daki endüstri devriminin mimarları olarak kabul edilirler.

Günümüzde Sistersiyen geleneğini devam ettiren manastırlar bulunmaktadır. Bu manastırlar dünya çapında ürettikleri yüksek kaliteli ürünlerle tanınmaktadır. Özellikle ürettikleri peynir ve bira çok uzmanlar tarafından en üst sıralara konulmaktadır. Sistersiyenler bu ürünleri üretirken yüzyıllar boyu geliştirdikleri teknikleri hala uygulamaktadırlar. Bugün dahi aynı üretim kuralları geçerlidir ve endüstrileşmemiştir. Çünkü kitle üretimi veya ticari kazanç hiçbir zaman Sistersiyen yaşamının bir hedefi olmamıştır. Onlar çalışmayı ve üretmeyi tanrıya ulaşılacak bir yol olarak görmektedirler. Dünyaca ünlü Chimay, Westmalle gibi biralar halen Sistersiyen keşişleri tarafından manastırlarda üretilmektedir.

Kapusenler (Fratres Minores Capucinorum) - Matteo de Bascio

Kapusenler (Fratres Minores Capucinorum), Hıristiyanlıkta katolik kilisesine bağlı Fransisken tarikatının bir koludur.

1520 yılında Marches bölgesinden Matteo da Bascio adlı bir Fransisken müridi tarafından devrin keşişlerinin Aziz Fransis'in uyguladığı gibi bir yaşam sürmediği yolunda tanrıdan ilham gelmesi üzerine kurulmuştur. Matteo Aziz Fransis'in uyguladığı gibi inzivaya ve günahların affı için acı çekerek olabildiğince ilkel bir yaşam sürmeye geri dönmeyi istemiştir.


Üstleri tarafından bu fikirler baskı altında tutulmaya çalışılmıştır. Bu yüzden Matteo ve arkadaşları kiliseden ayrılıp, tutuklanmaktan kaçmak için saklanmışlardır. Kendilerine Camaldoli manastırından Benediktin keşişleri sığınma vermişlerdir. Matteo ve arkadaşları Benediktin keşişlerine minnetlerini belirtmek için onların giydiği kapşonlu cübbeleri giymeye başlamışlardır. Kapusen ismi giydikleri bu kıyafete istinaden İtalyanca da kapşon anlamına gelen capuccio kelimesinden gelmektedir.

1528 yılında birader Matteo Papa VII. Clement tarafından kabul edilmiş, keşiş olarak yaşamasına ve fakirlere vaaz vermesine izin verilmiştir. Bu izinler aynı zamanda ona katılmak isteyen Aziz Fransis'in kurallarını yaşatmak isteyen diğer keşişler için de geçerli idi. Matteo ve kiliseden beraber ayrıldığı arkadaşlarına kısa sonra başkalarıda katıldı. Bu grup Fransiskanların alt kolu olarak tanındı ve Küçük Keşiş Biraderler (Fratres Minores) olarak adlandırıldılar. Giydikleri sivri başlıklı keşiş kıyafeti yüzünden kapusen Capucinorum ismi de eklendi.

Bir kahve içeceği olan kapuçino ve kapuçin maymunu bu rahiplerin kıyafetlerinde kullanılan kahverengi tonuna istinaden bu şekilde adlandırılmışlardır.

1538'de Azize Clare'in yolundan giden manastır rahibeleri tarafından kapusenlerin kadın kolu kuruldu.

2007 Aralık ayında İzmir'in Bayraklı semtinde bulunan Saint Antuan Kilisesi'nde pazar ayinini yönetirken 19 yaşındaki Ramazan Bay tarafından bıçaklı saldırıya uğrayan İtalyan Rahip Adriano Franchini, Kapusenlerdendir.

Dominikan Tarikatı (Ordo Praedicatorum) - Aziz Dominik

Ordo Praedicatorum
Dominikan Tarikatı (Ordo Praedicatorum), Aziz Dominik tarafından kurulmuş ve Papa III. Honorius tarafından 22 Aralık 1216'da onaylanmış bir katolik tarikatıdır. Tarikat keşişleri, manastır rahibelerini, rahibeleri ve tarikat için çalışan kilise dışından kişilerden oluşur. Üzerlerine giydikleri beyaz üstüne siyah cübbeden dolayı siyah keşişler olarak da adlandırılır.

İsa'nın mesajını yaymak ve cehaletle savaşmak üzere kurulmuştur. Tarikat entellektüel geleneği ile ünlüdür, pek çok din alimi ve filozof bu tarikattan yetişmiştir. Dominikanların başında bir tarikat efendisi bulunur. Şu anki efendi Peder Bruno Cadoré'dir.


Dominik çağdaşı Assisli Fransis gibi hıristiyanlıkta yeni bir düzenlemeye ihtiyaç olduğunu görmüştü. Hıristiyanlığın ana doktrinine göre madde kötü, ruh ise iyi idi. Fransa'nın güneyinde yaşayan Albililer ise dualizme yani tanrının hem iyi hem kötü olduğuna ve reenkarnasyona inanan İsevi bir topluluktu. Asıl hıristiyanlara göre ise tanrı herzaman iyi şeytan ise kötü idi. Dominik o anki hakim hıristiyanlığa göre sapkın kabul edilen inanışlara sahip olan Albilileri ikna yolu ile yeniden dine döndürmeye çalıştı. Albililer İsa'nın fakir yaşamını kendilerine örnek almaktaydılar. Dominik İsa'nın bu yönüne ağırlık veriyordu. Ancak Albigeois haçlı seferi Oksitan bölgesini darmadağın etti.

1206 yılında Dominik, ruhani lideri haline geldiği dine dönen Albili birkaç kadın için Prouille manastırını kurdu. Bu manastır Dominikan rahibelerinin temeli oldu.

Dominik kalabalık şehirlerdeki dini sorunlara cevap verecek, Benediktinler gibi eski manastır düzenlerindeki kendini adama ve sistematik eğitimi geri getirecek fakat daha esnek bir yapıya sahip yeni bir düzen aradı.

Dominik'in kurduğu düzen vaizlik olacaktı ve vaizler bulundukları yerin yerel dilleri ile vaaz edeceklerdi. Vaizler, eski manastır düzeninde keşişlerin yaptığı gibi geniş tarlaları ekip biçerek yaşam sürmek yerine dilencilikle hayatta kalacaklardı.

Aziz Dominik 1214 yılında Touluse'da Aziz Augustine'in öğretileri doğrultusunda yaşayacak bir dini topluluk kurdu. 1216 yılında Dominikanlar (Vaizler Düzeni) papadan tarikat olarak icazet aldılar.

Domınıkanlar kısa sürede yayıldılar.1221 yılında Oxford'a ulaştı. 13.yy sonunda ise tüm hıristiyanlık alemine yayıldı. Vaizler gittikleri bölgelerde, cehalet, küfür, putperestlik ve nifak ile söz ve kitap ile savaştılar. Avrupa, Asya ve Afrika'da okullar açtılar. Bu okullarda eğitim veren Albertus Magnus ve Thomas Acquinas gibi alimler büyük eserlere imza attılar. Üyeleri kardinal, papa, elçi ve hakimler oldular.

Papa IX. Gregorius tarafından engizisyon görevi bu tarikata verildi. 1252 yılında Papa IV. Innocent belli koşullar altında olmak üzere Dominikanlara engizisyon sırasında işkence yapmak için izin veren bir fetva yayınladı.

Ünlü engizisyoncu Tomás de Torquemada İspanya'nın ilk engizisyoncusu olarak göreve atandı. Tomás de Torquemada İspanya'da gizli müslümanlık ve gizli yahudilik ile savaştı. 1492 yılındaElhamra Kararnamesi ile yahudilerin İspanya'dan ihraç edilmesini sağladı. Kaçan yahudilerden bir kısmı Osmanlı Devletine sığındılar ve bugün dahi varlığını sürdüren azınlıkları oluşturdular (bkz.Sefaradlar)

Ortaçağdan sonra misyonerler keşiflerle elde edilen topraklara gittiler. Ayrıca Çin ve Kamboçya'ya ulaştılar. Fransız ihtilali sonrası sayıları oldukça azaldı.

2010 yılındaki veriler
e göre Dominikanlara bağlı toplam 5906 keşiş bulunmaktadır.

Yesevilik - Yesevilik Tarikatı - Ahmet Yesevi

Yesevilik ve Ahmet Yesevi
Yesevilik İslam'da kadın-erkek denkliğini yaşatan Bektaşiliğin de beslendiği tasavvuf yolu ve ilk Türk tarikatı. Hoca Ahmed Yesevî, babası İbrahim Şeyh ve Arslan Baba'dan tasavvuf eğitimi aldı ve hocasının ölümünden sonra Yusuf Hemedani'nin yanında eğitimini tamamladı.

Türkistan'da faaliyetlerini sürdüren Ahmed Yesevî'nin yolu zamanla Yesevîlik adını aldı. "Horasan Okulu" olarak da adlandırılan tasavvuf akımının en önemli temsilcisi olan Hoca Ahmed Yesevî'den adını alan Yesevîlik yolu, Türklere İslâm'ı ve dervişliğin yollarını öğretmeyi amaçlamıştır. Bunun için İslâm inancını, Türk gelenek, inanç ve yaşam tarzı ile sentezleme yolu seçilmiştir.


Ahmed Yesevi'nin müridleri ve takipçileri ölümünden önce ve ölümünün sonrasında, 12. yy ortalarından itibaren diğer bölgeler gibi Anadolu'ya da gelerek görüşlerini yaymaya devam ettiler. Anadolu'nun Türkleşmesinde büyük emekleri geçmiş olan Yesevîlik, yetiştirdiği bir çok alimi dağınık Türkmen aşiretlerine yollayıp, devlet ve millet olma kavramlarının içini doldurmak için çalışmışlardır. Ahmed Yesevi'nin ardından irşad alan halifeler sırasıyla şöyledir: Mansur Ata, Harezmli Said Ata,Süleyman Hakim Ata, Abdülmelik Ata, Tac Hace, Zengi Ata, Uzun Hasan Ata, Seyyid Ata, Sadr Ata, ve Bedr Ata.

Osmanlı gezgini Evliya Çelebi, kendisinin Ahmed Yesevi’nin soyundan geldiğini seyahatnamesinde iddia etmiştir. Evliya Çelebi, ayrıca gezdiği yerlerde rastladığı Yesevî dervişlerine ait makamları da eserinde kaydetmiştir. Bu derviş ve gaziler arasında Rumeli'nin fethinin manevi öncüsü olan Sarı Saltuk, Deliorman'daki Demir Baba, Niyazabad'daki Avşar Baba, Merzifon’daki Pir Baba, Bulgaristan Varna-Batova'daki Akyazılı Baba, Filibe yolunda Kıdemli Baba Sultan, Bursa'daki Geyikli Baba, Abdal Musa, İstanbul Unkapanı'ndaki Horos Dede, Bozok Sancağı Yozgat'taki Emir Çin Osman, Tokat merkezindeki Gajgaj Dede ve Zile ilçesindeki Şeyh Nusret, Evliya Çelebi’nin tesbit edebildikleri arasındadır. Ancak bunlardan hiçbiri Nevşehir'de yerleşen Hacı Bektaş-ı Veli kadar ün kazanmamıştır.

Yesevîlik Tarikatı'nın Etkin Olduğu Yerler

Yesevîlik, Türkistan'da yayıldıktan sonra, Türkistan'ın kuzeybatı bozkırlarından Kıpçak lehçesinin hakim olduğu İdil-Ural bölgesine, Horasan, Azerbaycan ve Anadolu'ya kadar ulaşmıştır. Tarihi gelişim sonucu Nakşibendi Tarikatının daha yaygın hale geldiği 16. yüzyıla kadar Türkistan ve Horasan'ın hemen her yerinde hatta Keşmir'de, Kâbil'de, İstanbul'da, Temeşvar'da, ve Hicaz'da da Yesevî dervişlerine rastlanmaktaydı.

Yesevîlik ile Nakşibendi Tarikatı Arasındaki ilişkiler

Yesevîlik gibi Yusuf Hemedani'nin etkisiyle ortaya çıkan ve Maveraünnehir'in 15.-16. asırlardaki mutaassıp muhitin tesirini taşıyan Nakşbendiyye tarikatına mensup müellifler, Hoca Ahmed Yesevî hakkında bazı yazılar kaleme almışlardır ki, ona ait eski kaynaklar bunlardır. Bu müellifler, Yesevîliğin ilk şeklini ve Ahmet Yesevi'nin hakiki şahsiyetini tarihi gerçeklere aykırı tasvir etmişler, kendi arzu ve temayüllerine göre, hakikati tamamiyle değiştirmişlerdir. Yesevîliğin ilk yayıldığı göçebe Türk muhitlerinin icapları ve din değiştirme psikolojisinin umumi kaideleri göz önüne getirilince, buna olanak olmadığı anlaşılır.

Ahmet Yesevi'nin hayat görüşü ve düşüncelerini ortaya koyduğu en önemli eseri, "Hikmet" adı verilen şiirlerinden meydana gelen Divan-ı Hikmet'tir. Bu eser Yesevîlik düşüncesinin temellerini oluşturur.

Kadirilik - Kadiri Tarikatı

Abdülkâdir Geylânî tarafından 12. yüzyılın başlarında kurulan kökeni Ali bin Ebu Talib'e dayanmasına rağmen Sünnî inancını benimsemiş olan sufi/tasavvufî yol.

Kadiriye Tarikâtı: Baz-ül Eşheb ve Gavsül Azam olarak da bilinen Abdülkadir Geylani yolunun takipçileri tarafından 12. yüzyılda kuruldu. İslâm Tarihinde sesli zikir yapan tarikâtlar olarak kabul edilmektedir. Sesli zikir yapılması nedeniyle cehri tarikatlar arasında sayılır. Mensupları arasında II. Abdülhamid ve Mustafa Hayri Öğüt gibi tanınmış kişiler vardır.

Kadirilik birçok kola ayrılarak günümüzde de etkinliğini sürdürmektedir. Bu kolların en bilinenleri Esedilik, Eşrefilik, Rumilik ve Galibilik'tir. Galibilik, günümüzde Yaşayan Kadirilik kollarının en önemlilerinden biridir.

Haydarîlik - Haydarîlik Tarikatı

Kutb’ûd-Dîn Haydar (Baba Haydar - Haydar Gazi veya Haydar Sultan). Hoca Ahmed Yesevî’nin dervişlerinden olup "Haydarîlik Tarikâtı"kurucusudur.

Abdal Musa’nın atalarındandır. Mezarı, Elmalı, Antalya'dadır. Mezarının bulunduğu yerde tekkesi kurulmuştur. Bu tekke 1826’da devletçe yıktırılan Bektaşitekkelerindendir. 1220/1221 yılında Moğol İstilâsı sırasında hâyatını kaybetti.


Haydarîlik Tarikâtı: Haydarîlik tarikâtı; Kutb’ûd-Dîn Haydar tarafından Kalenderîlik ile Yesevîlik tarikâtının Ekberî sufi düşünce tarzı altında harmanlanarak birleştirilmesi ile kurulmuş birtasavvuf yoludur.

12. yüzyıldan itibaren Kalenderîliğin en yaygın ve fa’al kolunu oluşturan bu tarikât mensupları, kendilerini hâkir görmek ve aşağılamak maksadıyle vücudlarına demirden halkalar takarak yalın ayak dolaşmakta, keçe ve çuhadan yapılma elbiseler giyerek zillet içerisinde ve bekâr kalmak suretiyle yaşamaktaydılar.

Mevlevîlik - Mevlevi Tarikatı

Mevlevîlik ( مولويه - Mevleviyye), 13. yüzyılda yaşamış Mevlana Celaleddin Rumi'nin görüşleri ve tasavvufî düşünceleri üzerine, kendisinin ölümünün ardından gelişen tarikat.


Bir tarikat kurmamış olsa da bunun temellerini attı. Dostlarıyla birlikte sohbet toplantıları düzenler, bu toplantılarda dini konuşmalar yapılır, müzik dinlenir, sema yapılır ve zikredilirdi.


Zamanla Mevlana'nın fikirleri yayıldı ve toplantılarına katılmak isteyenlerin sayısı arttı. Bu kişilerin bazıları İran ve Arabistan gibi yabancı ülkelerden geliyorlardı. Mevlana, toplantılara düzen vermek için bazı kurallar koydu. Bu düzen, Mevlevilik tarikatı ritüellerinin kökenini oluşturacaktı. Gönül dostu Şems'i kaybettikten sonra Mesnevi'yi yazdırır. Oğlu Sultan Veled, talebesi Hüsamettin Çelebi ve ardından gelenler bunu geliştirip önce Anadolu'ya daha sonra da diğer yörelere yaymışlardır. Mevlana'nın torunlarından biri de Kütahya'da Dönenler Camii'nde yatmaktadır.

Mevlana'nın oğlu Sultan Veled postnişin (şeyh) olduktan sonra bir tarikat merkezi (tekke) inşa edildi. Bu tekkede Kur'an ve Mesnevi okunuyordu. Böylece mevlevilik, sufi tarikatlardan biri haline geldi. Mevlana'nın, yakınları ve dostlarının defnedilmiş olduğu Konya'daki Yeşilkubbe (Kubbei Hadre), tarikatın manevi merkezi halini aldı. Bugün de pek çok müslüman bu türbeyi ve yanındaki tekkeyi ziyaret etmektedir.

Mevleviliğinin başlangıcında sema ayini, dervişlerin vecde gelmesiyle başlıyordu. Ulu Arif Çelebi zamanında semadan önce Kur'an ve gazeller okunmaya başladı. Sema ayini Mukabele denilen günümüzdeki şeklini 15. yüzyılda Pir Adil Çelebi zamanında aldı.


Mevlevî Ritüelleri

Mevleviliğin gelişmiş bir adap ve kural sistemi vardır... Misal , ortak tabaktan yemek yeniyorsa kaşığın bir tarafı ile yemek alınır, diğer tarafı ile yemek yenir. Kaşığın ağza değen kısmının yemeğe değmemesine özen gösterilir... Ayrıca alemdeki tüm varlıkların Allah'ın birer parçaları olduğu varsayılarak onlara değer verilirdi. Örneğin; kaşık öpülerek yemeğe başlanır, sırtlarına giydikleri yelekler öpülerek giyilirdi,... Mevlevilikte de diğer tarikatlarda olduğu gibi yün giyilir, bu da maddi ve özellikle manevi fakirliğin bir gösteriliş şeklidir.

Mevlevî Felsefesi

Mevlânâ’nın tasavvufu, sırf mistik ve idealist bir tasavvuf olmayıp mahdut varlıktan, ferdiyetten ve ferdi ihtiraslardan tamamiyle sıyrılmak ve halka, topluluğa yayılmak sûretiyle tecelli eden ve sosyal hayatta sınırsız bir sevgi, insanî bir görüş ve mutlak bir birlik halinde, moral sahadaysa herkesin kendisini, bir kâmile uymak suretiyle ıslâhı ve umumî olarak hayra, güzele ve iyiye doğru bir gidiş, insanî bir terbiye halinde tezahür eden ve böylece de realitede amelî karaktere sahip olan bir tasavvuftur. İslam felsefesi olarakta bilinen tasavvufta mevlana ve mevleviliğin önemi büyüktür. Mevlevilik insan odaklı olup hoşgörüye, güzele ve ihlasa yöneliktir, pes etme yoktur pişman olma ve affetme vardır. Kısacası Mevlânâ Şems'ten önce büyük bir alim iken Şems ile gönlü coştu gönlü o kadar genişti ki herkesi içine aldı ardından gelen oğlu Sultan Veled ve talebelerin gönül zenginliğiyle de mevlevilik birçok insanı kendine bağladı bugün sadece İslam ülkelerinde değil Avrupa ve Amerika'da da merak edilmekte ve anlanmaya çalışılmaktadır.

Rufâîlik - Rufai Tarikatı

Rufâ’î, Tasavvufi inanışa göre Ahmed Er Rufai'nin Pir'i olduğu, sistemleştirdiği Muhammedi bir tarikâttır.


Rufâ’î Tarikâtı’nın kurucusu, piri, büyük mutasavvıf Seyyid Ahmed Er Rufai kuddise Sirruhu, (512-578/1118-1182) yılları arasında yaşamıştır.


Neseb-i Şerifleri İmam Hüseyin bin Ali'ye vasıl olur. Ahmed Er Rufai’nin Hüseyin'in soyundan gelen bir Seyyid olduğu konusunda bütün kaynaklar birleşir. Babası Seyyid Ali, Annesi ise Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin torunlarından Fatıma el Ensarî’dir.

Rufâ’î Tarikâtı Silsilesi

Kerbela Savaşı şehidi, İmam Hüseyin;
İmam Zeynel Abidin;
İmam Muhammed el-Bakır;
İmam Cafer es-Sadık;
İImam Musa el-Kâzım;
Imam Ibrahim el-Mürteza;
es-Seyyid ikinci Musa;
es-Seyyid Ahmed;
es-Seyyid Hüseyin;
es-Seyyid el-Hasen;
es-Seyyid Muhammed eb-ul-Kaasim;
es-Seyyid el-Mehdi;
es-Seyyid eb-ul Mekarim el-Hasen;
es-Seyyid Ali;
es-Seyyid Ahmed;
es-Seyyid Hazim;
es-Seyyid Sabit;
es-Seyyid Yahya;
es-Seyyid Ebul-Hasen Aliyy-ür-Rifai;
es-Seyyid Ahmed er-Rıfai.

23 Haziran 2013 Pazar

Yay Burcu ve Özellikleri

Yay Burcu, zodyakta özgürlüğüne en düşkün burç olarak bilinir. Simgesi, mitolojide yeralan yarı at, yarı insan bir figür olan sentor, yani okçudur. Yay burcu insanının içinde hiçbir kötülük yoktur. İyi niyetlidir. Yay'ların en belirgin özellikleri arasında zeki, aynı anda birden fazla hobi ya da ilgi alanıyla meşgul olmaktan hoşlanan, sözünü esirgemeyen, dobra, direkt, dürüst olmaları sayılabilir. Yerinde duramayan insanlardir. Çoğu dışa dönük, konuşkan ve atılgan olabilir, kimi Yay'lar daha sakin yapıda kişilerdir.

Yay'ların en kötü huyları arasinda şiddetle öfkeye kapılma eğilimi sayılabilir. Asla yalan söylemeye gereksinim duymaz. Yay'lar kendilerini aniden bir ilişkinin içinde bulabilirler ama sıra evlilik olunca durup biraz düşünürler. Evlenmeye karar verdikleri kişiyle çok mutlu ve huzurlu bir aile kurarlar. Ancak onları evlenmeye ikna etmek oldukça zordur.Ayrıca çalışkandırlar.Tüm burçlara göre daha hırslı ve başarılıdırlar.Üstelik bu damga onları asla bırakmaz .Okul hayatında, İş hayatında,mutluluk yolunda ,gençlikte ve yaşlılıkta her daim başarılıdırlar .

Yay, hayatı kimsenin sevmediği kadar sever ve gayretle ona kendi damgasını vurmaya çalışır. Orta karar başarılar ve geleneksel düşünüş, ona göre dehşet vericidir. Onun ihtiyacı, iyi bir yaşam ve yeni düşüncelerin keşfedilebileceği özgür bir ortamdır.

Yay insanları iyimser, canlı, atılgan, zeki ve rollerinden çok emindirler. Cesaretlerini kanıtlayabilecekleri her fırsatı değerlendirirler ve kendilerine yararlı olacağını düşündükleri insanlarla ilişki kurarlar. Yay umudunu, ünlü ve tüm dünyada takdir görmüş, sıradışı yetenekleri olan kişilere bağlar. Dünyadaki güçlü ve büyük kişilerin yaydığı ışıkla güneşlenir, başkalarının yaptığı işlerle övünmekten çekinmez. Bazen, onun aslında hakkı olmayan bir nüfuza sahip olduğu iddia edilir. Bu burç bir yönetici olarak tanınır. Fakat davranış tarzı ve yapısı her zaman çok sempatik değildir.

Yay insanı, olağanüstü değişkendir. İster istemez Yayı etkileyen ve bir kuğuya ya da bir buluta dönüşebilen Jüpiter akla gelir. Daima yeni ülkeleri keşfetmek onun için çok caziptir. Merakı tatmin olduğunda, bu bölgeler onu artık pek ilgilendirmez.

Yayın bilinen kendine güveni; diğer insanlar üzerinde tıpkı bir kıvılcım etkisi yapar. Bu burç, tereddütlü arkadaşlıkları kayıtsızlıktan kurtarmayı bilir. Bu sırada birçok ceviz kıracaktır, ancak Yay bunu öyle hoş bir şekilde yapar ki cevizlerin sahibi bundan dolayı darılmaz. Yayı, yan-lış bir konuda kendini tehlikeye atmakla suçlarsanız, en iyi amaçlara sadece onun sahip olduğu konusun da kendini haklı göstermeye çalışacaktır.

Bir Yayla geçinmek öyle çok kolay değildir. Diğer yandan bu burç olmasaydı, Adem ve Havva'dan beri dünyada pek bir şey değişmezdi.

Acaba Yayın hayatı nasıl geçer? Her şey asi bir gençlik dönemiyle başlar. Yay her konuda erken olgunlaşmış biridir. Yeni deneyimler elde etmek ve eserleriyle sansasyon yaratmak için yanar tutuşur. Benzer şekilde girişimci Koçlardan farklı olarak, Yay daima hareketlerinin sonuçlarına katlanmaya hazırdır. Çok gelişmiş ve güçlü bir sorumluluk duygusuna sahiptir. Eğitimi için aldığı parayı, eğlence yerlerinde harcamış olan genç bir Yay, gelecek aya kadar parasızlık çekecektir. Babasının gelecek ay kendisine vereceği paradan avans istemeyecek kadar da gururludur.

Yay, aşağı yukarı 30-40 yaşları arasında bir yetişkin olacaktır. Rahat biri olacak, ona zaruri görünen konforla çevresini kuşatacak, prensip ve meziyetler geliştirecektir. Her şey iyi giderse; çevresindeki in sanları sarsılmaz bir başarı, hoşgörü ve asilikle yöneten biri olacaktır. Değişime çok fazla inanır. Gerekirse tüm ilke ve kuralları hiçe sayarak, bir günah çıkartma rahibi rolü sergileyebilir. Hemen hemen her Yay, materyalist olduğu hakkındaki tüm suçlamaları reddeder. Buna karşın ileri görüşlü, namuslu, liberal ve hoşgörülü olduğunu iddia edecek tir. Namus anlayışı daha iyiye götürme isteğine dayanır ve bu özelliğe gerçekten de sahiptir. Ancak kişiliğinin bu yönünü, sadece kendisiyle aynı görüş açısına sahip kimselere açar. Çünkü Yay, insanları üç gruba ayırır: "İyi" insanlar; kendisine son derece sadık olan ve her konuda tüm öğütlerini dinleyen iş arkadaşları ve dostlarıdır. "Kötü" insanlar; kendisinden farklı bir anlayışa sahip olan kişilerdir. Ayrıca daha abartılı olarak, Yay bu insanların "aptal" olduklarını düşünür. Aksi halde neden Yayın liderliğini kabul etmesinler ki? "Belli bir düşüncesi olmayan" insanlardan ise, ilk gruba katılmalarını bekler.

Yay, iş dünyası hakkındaki hükümleriyle tam bir isabet kaydeder, ama eğer duyguları ve özel yaşamı iş yaşamına karışırsa, işte o zaman sık sık hatalar yapmaya başlayacaktır. Bu burcun en büyük sorunlarından biri de aynı anda birçok konuyla ilgilenmesidir. Daima eksen üzerinde olduğun için Yay doğal olarak yeni ve çok yönlü konularla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Değişim arzusu onu, ilginç gibi görünen her iddiayı araştırmaya iter. Başarısızlık korkusu ya da girişimlerinin karaya oturması Yaya yabancı olduğu için sorunları genelde küçümser.

Detaylarla uğraşmakta sabırsız olduğundan, bu görevi başkalarına bırakır. Yayın zorluklardan kurtulma repertuarı oldukça geniştir. Sıkıntı ya düştüğünde zekâsı en yüksek düzeyde çalışır.

Yayı diğer burçlardan ayıran bir yeteneği vardır. İnsanları kendi ayakları üzerinde durdurmayı ve toplantılar organize etmeyi herkes ten daha iyi başarır. Kulüp ve firmaların kurucusudur. Zorluklarla severek başa çıkan Teraziden farklı olarak, kendini büyük gruplara entegre etmek Yayın amacıdır.

Yay, yalnızlıktan çok korkar ve bir şeyle meşgul olmadığında derin bunalımlara düşer. Onun için en iyi şey, kendini bir idealle beraber tanımlamaktır. Adalet için savaşacak ve tüm enerjisini başka insanlar için sarf edecek bir yapıdadır. İdealini paylaşmayan insanlar karşısında sevimsiz olacaktır.

Yükselen Burç Nedir? Nasıl Hesaplanır?

Yükselen burç, kişinin doğum anında, doğu ufkunda yükselen burca verilen addır. Yıldız haritasında, doğu ufuk çizgisine bakıldığında doğu tarafında bu burç gözükür. Yükselen burç astrolojide aynı zamanda birinci evin yönetcisidir.
Yükselen Burç

1. Ev ve Yükselen Burç
Astrolojide evler, burçlar gibi 12 adettir. Birinci ev koç burcuyla alakalıdır. Bu ev astrolojide kişinin dış dünyaya gösterdiği maskesidir.


Dolayısıyla astrolojide insanlar burçlarını değil, yükselen burçlarını insanlara gösterirler. Yükselen burç ne olursa olsun, kendi başına bir şey ifade etmez. Örneğin bir insanın yükselen burcu balık olabilir, fakat buraya diğer gezegenlerin yaptıkları açılar yükselen burcun özelliklerini oldukça değiştirir.

Yükselen Burçla Gezegenlerin ilişkisi

Örneğin Yükselen Burca Mars karşıt(180°), Kare(90°) ya da Kavuşum(0°) yapıyorsa kişinin karakterinde hemen Mars önplana çıkacaktır. Astrolojide Mars kısaca Libido'yu(Cinsel Dürtüler), Kazanma isteğini, Savaşma arzusunu, Erkekliği ve İradeyi gösterir. Eğer Yıldız Haritasında Mars Yükselen Burç, Güneş ve Ay'la kavuşum, kare ya da karşıt açı içindeyse bu kişide agresiflik, erkeksilik, savaşçılık, sataşmaya yatkınlık ön plana çıkacaktır.

Mars Güneşle Güçlü bir açı(kavuşum, kare ve karşıt açı) oluşturuyorsa, kişi erkekse; maçoluğa yatkınlık, eğer dişiyse erkeksi bir kadınlık hissiyatı güçlü olacaktır. Yükselen Burç'la güçlü bir açı oluşturuyorsa, dış dünyaya gösterdiği yüzünde bir agresiflik, devamlı her şeyi elde etme isteği, hep kazanma ve yenme dürtüleri önplana çıkacaktır. Dolayısıyla Yükselen Burca bakılarak, kişinin dış dünyaya gösterdiği yüzü hakkında kesin bir vurgulama asla yapılamaz.

Astrolojide Güneş Ruh'u, Ay Nefs'i ve Yükselen Burç'ta Beden'i sembolize eder. Güneş anla alakalıdır, Ay ise geçmiş. Güneş veren'dir, Ay ise alan ve yansıtan. Güdümsel Tepkiler, İçgüdüler ve hafıza Ay Burcu'yla alakalıdır. Ayın bulunduğu Burç ve diğer gezegenlerden aldığı açılar, kişinin Güdümsel mekanizmasının ne yönde çalıştığını gösterir.

Yükselen Burç Tabloları

Yükselen Burç için hazırlanan tablolar son derece yanıltıcı olabilir. Bunun bulunabilmesi için Astrolojide Ev Tablosu kitabına ve kişinin doğduğu anda bulunduğu enlem ve boylam bilgilerine gereksinim vardır. Eğer kişinin doğduğu anda Yaz Saati Uygulaması bulunuyorsa muhakkak onun'da hesaba katılması gerekir. Türkiyede uzun bir dönem yaz saati uygulaması düzensiz yapılmıştır. Mesela 01.01.1978'de yaz saati uygulaması başlamış ve 31.12.1982 yılına kadar devam etmiştir.

Astrolojide Evler ve Anlamları

Astrolojide evler burçlar gibi 12 adettir. Doğu ufkundan başlayarak saat yönünün tersine doğru sıralanırlar. Bunların anlamları sırasıyla şöyledir:

1.Ev (koç Burcunun evi): Kişilik, maske, , beden, sağlık, kişisel farkındalık.

2.Ev (boğa burcunun evi): Maddi güvence isteği, maddi kazanç, para kazanma ve harcama.


3.Ev (ikizler burcunun evi): İletişim, kısa yolculuklar, bilgi, eğitim, yakın akrabalar, komşular.

4.Ev (yengeç burcunun evi): Yuva, ev, dünya, geldiğimiz yer, anne, ebeveynler.

5.Ev (aslan burcunun evi): Yaratıcılık, yaratıcı kişiliğin sergilenmesi, sanat, aşk, eğlence, çocuklar, kumar.

6.Ev (başak burcunun evi): İş, çalışma, hizmet etme, faydalı olma, pratiklik, sağlık, kişisel gelişim, temizlik, ayrıntılar,mutsuzluk.

7.Ev (terazi burcunun evi): İkili ilişkiler, ortaklık, anlaşmalar, evlilik, eş.

8.Ev (akrep burcunun evi): Ölüm ve yeniden doğum, yenilenme, dönüşüm, gizli ilimler, miras, ortak paralar.

9.Ev (yay burcunun evi): Seyahat, yurt dışı yolculukları, uzak ülkeleri dolaşma, felsefe, mitoloji,arkeoloji,pozitiflik, yüksek öğrenim.

10.Ev (oğlak burcunun evi): Kariyer, şöhret, başarı, yükselme, dünyaya karşı olan sorumluluklarımız ya da hedeflerimiz.

11.Ev (kova burcunun evi): Arkadaşlar, gruplar, grup çalışmaları, organizasyonlar içinde ortak hedefler için çalışmalar.

12.Ev (balık burcunun evi): Bilinçdışı, kolektif bilinç, ruhsal çalışmalar, içe çekilme, içe dönüş, kapanma, izolasyon.

Kopimizm Kilisesi - İsveç

Kopimizm Kilisesi (Kopimistsamfundet), 2010 yılında Isak Gerson tarafından kurulan ve dosya paylaşımının kutsal bir erdem olduğunu savunan dini cemaat.İsveç merkezli olan topluluk İsveç devletine iki kez resmî olarak tanınmak için başvurmuş ve reddedilmiştir.

5 Ocak 2012'de ise üçüncü başvuruları sonunda ise İsveç Hukuki, İdari ve Mali Hizmetler Kurumu (Kammarkollegiet) tarafından kabul görmüş ve devlet tarafından tanınmışlardır.

3.000'den fazla üyesi olan kilisenin savunduğu dine Kopimizm, takipçilerine ise Kopimist denmektedir. Tanrı ya da hiçbir doğaüstü gücü kabul etmeyen ve kutsal sembolleri olarak CTRL+C ve CTRL+V sembollerini kullanan cemaate göre "bilgi kutsal, kopyalamak ilahi"dir.

Brahmanizm

Brahmanizm, M.Ö. yaklaşık II.yüzyıla doğru Brahmanlar Vedizm'den, kendilerinin toplumun, ilk planında işgal ettikleri yeri haklı gösterecek olan bir din çıkardılar. Kelimenin dar anlamıyla Brahmanizm diye adlandırılan inancın çıkış noktası buna dayanır.

Brahmanizm'in kutsal metinleri Brahmanalarla Upanişadlardır. Brahmanalar yaklaşık olarak M.Ö. 800 ila 600 yılları arasında tertiplenmişlerdir. Bunlarda kurbanlarla ilgili ve bunların karmaşık ayrıntılarını ya etimolojilerle ya da tanrılar üzerine efsanelerle haklı gösteren bahisler vardır.

Upanishadlar ise M.ö.600 ile 500 yılları arasında meydana getirilmişlerdir. Bunlar çok derin bir felsefeyi açıklamaktadırlar. Atman ile Brahman'ın özdeş şeyler oldugunu, insandaki ve güneşteki ruhun bir ve aynı şey oldugunu ve Tanrı'nın görünen her şeyin ta kendisi oldugunu izah eder. Bu konuda sayısız örnekler verir ve sağlam yaklaşımlar yapar. Brahmanizm'in ana tezleri de bunlardır, kainatın temel özü olan Brahman ile insanların derin benlikleri olan Atman'ın özdeşliği; daha önceki davranışların semeresi olan Karman ve buna bağlı olarak ruhgöçü ya da tekrar tekrar doğuş zinciri anlamına gelen Samsara. Ve brahmancılığın meşhur sözü; Tat tvam asi (Sen O'sun). Animizm'den ölülerin sonradan yaşadıkları fikrini alıp muhafaza etmekle beraber, aynı varlık tarafından birbirini sonsuz şekilde takip eden hayatlar yaşanabileceğini katiyen kabul etmiyordu.

Şimdi ise tersine olarak, yaratıkların sayısındaki düzenin önceki yaşamlardaki insan ve hayvan hayatlarının muhteva ve düzenine bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu ise her bir yaşamın, daha önceki bir yaşama göre olduğu zorunluluğunu getiriyor, işte bu zarurete Karman adı verilmektedir.

Ruhun defalarca bedenlenişine olan inancın Hind'de ne derecede yaygın oldugunu, XI.yüzyılda Hindistan'ı ziyaret etmiş olan El Biruni'nin şu sözlerinden de anlayabiliyoruz; "İçten gelerek söylenen şehadet kelimesi Müslümanların özelliği olduğu gibi, tanrı üçlemesi Hristiyanların, Cumartesi gününe hürmet ise yahudilerin alametidir. Aynı şekilde Ruhgöçü de Hint dininin nişanıdır. Buna inanmayan o topluluktan değildir."

Kuralları

Az veya çok iyi bir hayat sürmüş olduğumuza göre, ölümden sonra da az veya çok yüksek bir hayata kavuşuyoruz. Yani, yeni bir bedene girişimiz, daha önceki hal ve gidişimize bağlı olan bir şeydir.

Böylece din düşüncesi, ahlakın da özü haline gelmektedir; insanın yaptıklarının iyi veya kötü oluşunun mükafatı veya cezası, sonradan daha iyi ya da daha kötü bir bedene giriş şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Fakat yeniden doğmak "dünyanın ıstırabına" yeniden ortak olmak demektir. Hayatın böyle ebediyen yeniden başlayışı, ıstırapların da ebediyen yeniden başlayışı demektir. O halde kurtuluş nerden gelecektir? İnsan, Atman'la Brahman'ın tıpkılığına inandığı anda, arzu da sönecektir. İşte bu, bilgi yoluyla erişilen Kurtuluştur.


Vedizm

Bu dinin tanımı bu dinin kutsal metni olan Veda'da yapılmaktadır.Veda sözü bilgi demektir. Bu bilgi gözler yoluyla değil, kulak yoluyla elde edilen bilgidir. Metnin en eski parçası olan ve içinde 1.028 övgü (kaside) bulunan RigVeda M.Ö.1500 ile M.Ö.1000 yılları arasında tarihlendirilir.Bu insanlığın en eski kutsal kitabıdır. Vedizm tanrıları; İndra, Mithra,Varuna'dır.İndra Veda'da en fazla rastlanan tanrıdır.İndra bir doğa tanrısıdır. Gök gürültüsünün, fırtınanın ve yağmurun tanrısıdır. Bütün bunların yanında bir çeşit ulusal tanrı, savaş tanrısıdır ki kavmi için zafer dolu savaşlar yapar. Kaba, haşin gücün tanrısı olan İndra'nın karşısında, akıl tanrısı olan Varuna bulunmaktadır. Varuna ilkin gök, fakat daha çok göğün -yıldızlı göğün- tanrısıdır. Varuna daha sonra doğanın düzgün işlemesini sağlayan Evrensel Düzen Tanrısı ve dünyaya gözkulak olup insanlığa yol gösteren Ahlak Tanrısı haline gelmiştir. Varuna'nın yanı sıra bir de Mithra vardır ki gündüz göğün ışığının ve aynı zamanda Hakkın Tanrısı'dır. (Her şeyi gören tanrı) İnsanlar arasında adaletin iyice egemen olmasını sağlamakla yetklilidir.

Korunma Sembolleri

Tarih Boyunca Kullanılmış Çeşitli Korunma Sembolleri

Agrippa’nın Pentagramı: Beş köşeli yıldız içerisinde aynı şekli almış erkek figürü. Yüksek benlikle iletişimi artırmak için ve hem görünür, hemde görünmez saldırılardan korunmak için kullanılırdı.
Bast: Genelde kara bir kedi olarak tasfir edilirdi. Antik Mısır’da Bast (yada Bastet) evi ve aileyi negatif güçlerden koruma amaçlı kullanılırdı.
Yengeç Sembolü: Astrolojik olarak yengeç sembolü astral saldırılardan korunma amaçlı kullanılmıştır.


Kelt Haçı: çember içinde eşit köşeli haç temel alınmak üzere birçok farklı dizaynı vardır. Her tür spritüel saldırıdan korunma amaçlı olarak kullanılır.
Şeytan Tuzağı: Çember içerisine içeri doğru yazılmış spiral şekilli (saat yönünün tersine) İbranice yazılardan oluşur. Demonları içerisine hapsettiğine inanılır. Asur orjinli bir semboldür.

Köpek Sembolü: kuzey Amerika Kızılderilileri için bedensizlerden korunma tılsımıdır. Köpeklerin öteki dünya ile aramızda olan kapıda durduklarına ve yaşayanları ölülerin gazabından koruduklarına inanırlar.

Elk Sembolü:
Psişik saldırılar için kullanılan bir tür rün’dür (Algiz) üzerinde taşındığında ruhlara kaşı defans saladığı gibi bilinmeyenle yüzleşirken cesareti artırdığına inanılır.

Horusun Gözü Sembolü: Mısır’ın nazardan ve kötü gözden korunmak için olan önemli tılsımlarından biridir.
Üçgen içinde Göz Sembolü: Horus’un gözüne benzer olarak kötü gözden ve kıskançlıktan korunmak için olan bir tılsımdır.
Şahin Sembolü: Bir Kuzey Amerika sembolüdür. Yüksek spritüelliği sembolize eder ve astral yetenekleri güçlendirdiğine ve astral boyuttaki negatif varlıkları uzaklaştırdığına inanılır.

Gaia Sembolü: Bir tanrıça figürü. Genel olarak auradaki negatif enerjileri temizlediğine ve enerji toplamamıza yardım edeceğine inanılır.
Balık Sembolü: Kuzey Amerika Kızılderili kültüründe balık, bir başkasının büyü gücüne karşı çıkmayı simgelerdi.

Kurbağa Sembolü: Kuzey Amerikada medyumluğu sembolize ederdi. Aurayı temizlediğine ve güçlendirdiğine inanılırdı.

Hagal Sembolü: İnanca göre, “H" harfine benzeyen bu rün, astral saldırılar da dahil olmak üzere birçok saldırıyı engeller.
Ingwaz Sembolü: Bu rune, elmas şekline benzer. Kötü gözlerden korur.
Jaguar Sembolü: Maya sembolü olan jaguar, insanı kötü düşünce formlarından koruduğu gibi şaman güçlerini yükseltmek için de kullanılırdı.

Şanslı El Sembolü: Kültürden kültüre farklılık göstermesine karşılık Şanslı El genel olarak avucu açık, avucunun içinde pentagram, göz, ve/veya Zodyak sembolü olan bir el dir. Bedensizlerin saldırılarından koruduğuna inanılır.

Griffin Sembolü: Griffinlerin fiziksel görünümü aslan vücutlu ve kartal başlıdır. Bazı versiyonlarında kanatlıdır. Antik yunan kaynaklı mitolojik bir varlıktır ve karanlık güçlere karşı koruma sağladığına inanılır.
Mannaz Sembolü: Bu koruyucu rün “M��? harfine benzer. Yaratıcı ile aradaki bağı temsil eder.

“Om��? Sembolü: meditasyon yaparken de seslendirilen “om��? sesinin Sanskritçe yazılmış halidir. Aurayı temizlediğine ve psişik saldırılardan uzak tuttuğuna inanılır.
Pentagram Sembolü: “Druidlerin ayağı" olarak da bilinir. Genel olarak kötü enerjiyi gönderene geri göndermek ve kötülüklerden korunmak için kullanılır.
Kuzgun Sembolü: Kuzey Amerika Yerlileri Kara büyüden korunmak için kullanmıştır.
Sagittarius Sembolü: Psişik vampirlerin enerji emmesine engel olduğuna inanılan astolojik bir “okçu" sembolüdür.
Akrep Sembolü: Cadı büyülerine karşı kullanılan astolojik bir semboldür.
Güneş Sembolü: Karanlığın karşı sembolüdür. Hemen hemen bütün kültürlerde vardır.
Thorun Çekici Sembolü: kötü şansa ve kötü göze karşı bir korumadır.
Çekiç Sembolü
Kaplumbağa Sembolü: astral boyutta diğerleri tarafından görülmemek için kullanılmış bir semboldür.

Uruz Sembolü: Norveç rünlerinden bir tanesidir. Ters “U" şekline benzer. Yüksek benlik ile bağlantıyı kuvvetlendirir ve astral saldırıları engeller.
Başak (Virgo) Sembolü: astrolojik sembol olarak başak, covenleri korur (ruhsal özgürlükleri açısından)

Kurt Sembolü: Kuzey Amerika Yerlileri tarafından Bedensizlere karşı koruma sağladığına inanılırdı.
Porsukağacı Sembolü: Kötü düşüncelere karşı zihni korur. Eiwaz rünü, aynı zamanda porsukağacını simgeler ve tılsım olarak taşınır.

Tütsüler ve Faydaları

Dini törenlerde etrafın güzel kokmasını sağlamak büyü ve ilaç yapmak amacıyla yakılan kokulu maddedir. Eskiden özellikle sara ve diğer sinir hastalıklarının tedavisinde kullanılan tütsü daha çok okunup üflenen hayvan kemiklerinin, yılan gömleğinin yakılmasıyla yapılırdı. Kurutulmuş otlar, ağaç kabukları (özellikle günlük ve ardıç ağacından elde edilen), kökler, mantar, yosun gibi bitki kalıntıları da tütsü yapmada kullanılırdı.

Evlerimizi ve iş yerlerimizi hatta sokakları kaplayan bu birbirinden eşsiz egzotik kokular yaşamımıza ayrı bir renk ve huzur katmaktadır. Bu gizemi doya doya solumak ve bu büyülü dünyayı yaşadığınız yer yapmak çok basit. Şimdi birazda bu muhteşem kokuları tanıyalım.

Yardley: Sandal ağaçlarının ve limon aromasının muhteşem karışımıdır. Bu özel karışım son derece rahatlatıcıdır. Başarı sembolüdür. Kırık kalplere huzur verdiği söylenir. Derin meditasyon hipnoz seanslarında kullanılır. Sebepsiz iç sıkıntılarını giderir. Hayal gücünü ve konsantrasyonu arttırır hafızayı yeniler.

Magnolia: Yoğun manolya kokusu sinirleri rahatlatır. Ferahlatıcıdır. Anlayış sembolü denilebilir. Uyum mutluluk neşe getirir. Karşı cinsi çekebilen çiftlerin anlaşmasını sağlayan aşkı yeniden canlandıran bir tütsüdür. Melankoliyi şifalandırır.

Chandan: Pratik zekayı arttırıcı, düşünceleri rahatlatıp konsantrasyonu arttırıcı özelliğe sahiptir. Özellikle ders çalışırken yakılması önerilir. Her türlü inisiyasyonda dansta meditasyonda ruhsal şifalandırmada kullanılır. Güç ve güven sembolüdür özel ritüelllerde kullanılır.

Rain Forest: Yağmur ormanlarının tazeliği ve doğanın huzurunu dinginliğini yaşadığınız ortama taşır. Meditasyonda vizyonsal gücü geliştirir. İletişimi arttırır, uykusuzluğa iyi gelir. Kendini sevmeye yardımcı olur. Diyet stresini kaldırır.

Rose: Gül ferahlatır ve huzur verir. Gül bahçelerinin muhteşemliği ve büyüleyici kokusunu yaşamınıza doldurur. İnancı sağlamlaştırır. Dualarda kullanılabilir. Aşkın semboludur. Şifada fobileri olan kişilerin (karanlık asansör vs korkusu ) tedavilerinde koku terapi, tamamlayıcı olarak kullanılır.

Orange: Portakal çiçeklerinin nefis kokusu yorgunluğu giderir ve sinir bozukluklarına iyi gelir. Zihin beden ruh titreşimlerini birleşticidir. Yoga meditasyonda pasif jimnastiklerde yararlıdır. Romantik gecelere yakışır. Şifada kulak burun boğaz yollarını açtığı gözlemlenmiştir. Gribal olan hertürlü hastalıklarda rahatlatıcıdır.

Saltana: Üzüm aroması ve gizemli kokusu ile bedeni ve zihni gücü arttırır, tazelik ve güzellik verir. Kalbi canlandırır. Şans getirdiği gözlemlenmiştir. Gizem ve spirituel ortamı sağlar. Duygusal direnci arttırır. Halk müziği, sufi müzikli ortamda yakılması durumunda geçmişi hatırlatır. Şifada ağrıları hafifletecidir.

Jasmine: Gizemli, huzur verici, sinirleri güçlendirici harika bir kokudur. Yasemin bahçelerinin ve baharın tazeliğini yaşamınıza katar. Saf ve arınmışlığı temsil eder bencil kişilerde kendilerini görmelerini sağlar haksızlıkları ortaya çıkarır. Güçlü bir yapıya sahip olmak isteyenlere iyi gelir. Şifada acıları yatıştırıcı özelliği vardır.

Violet: Vücuda rahatlık verir, gevşetir, sinirleri yatıştırır. Geleceği görmede yardımcı olur. Medyomluk yapan kişilere oldukça yararlıdır. Şifa vermeyi ve almayı kolaylaştırdığı söylenir.Vizyonları gerçekleştirir. Bilinci yükseltir.

Strawberry: Vücudu kuvvetlendirir. Direnç verir ve gevşeticidir. Endişeyi yok eder gerilimli ortamlarda sakinliği ve anlayışlı olmayı sağlar. Zeka açıcıdır. Şifa terapilerinde yakılması şifayı aktarmada kolaylık sağlar. Şifalanan kişiyi rahatlatır. Umudun simgesi olduğu söylenir.

Cinnamon: Tarcın kabuklarının nefis kokusu ruhsal sıkıntıları giderir. Rahatlatır. Baharın canlılığını yaşatır. İştah açıcı özelliği vardır. Hayal gücünü oluşturur, yetenekleri geliştirme de faydalıdır, zihinde aktivasyonu sağlar. Olumsuzlukları yenmekte yardımcı olur. Kararsızlıklara iyi gelir. Büyüleyici kokusu kan basıncını da dengeler.

Lime: Ihlamur çiçeklerinin muhteşem kokusu sinirleri güçlendirir. Huzur verir. İletişimi kolaylaştırır ve cesaret verir. Vücut direncini arttırır enerji depolatır. Dingin bir zihin isteyenler yorgun olduklarında kullanacakları bir kokudur. Gribal enfeksiyon, nezle gibi hastalıklarda şifalıdır.

Erotic: Egzotik çiçeklerden oluşan bu muhteşem karışım son derece gevşetici ve huzur vericidir. Aşkın tensel ifadesidir romantik bir gecede mum ışığında yenilen yemekle birlikte yanan bu tütsü afrodizyak etkisi verir. Meditasyon, Taichi Hipnozda kullanıldığında oldukça yararlı olduğu gözlemlenmiştir.

Darshan (Asoka) : Bu muhteşem koku sinirleri rahatlatır. Konsantrasyonu arttırır. Huzur dolu bir ortam sağlar. Güçlü sevgi ifadesidir, birlikte hareket etmeyi uyum içinde yaşamayı sağlar. Gerek çiftler gerek aile gerekse arkadaşlar arasında dargınlığı kaldırıp yenilenmeyi sağlar. Spirituel eşler (eşruh) in karşılaşmasını sağlar. Karma temizlemede de kullanılır.

Sun: Güneşin sıcaklığı ve kudretini hissettirir. Ruhunuzu ısıtacak ve huzurlu bir ortam sağlayacaktır. Güzelliği yaşamı sempatiyi ifade eder karşı cinse daha büyüleyici gözükmek için kullanılabilir. Şifa olarak kullanıldığında hiperaktivite ve ruhsal dengesizlikleri dengeler obsesyonda ya da korkuların aşılmasında yardımcı olur. Kabuslardan kurtarır. Bolluk ve rızk için de kullanılır maddi gücü elde etmek isteyen kişiler çalışma ortamlarında yakarlarsa beklemedikleri gelirler elde ederler.

Heena: Gizemli ve huzur vericidir. Nefis kokusu yaşadığınız ortama mutluluk katacaktır. Orman kokusudur. Gerçeklerin ortaya çıkmasına sebep olur dans ve aktif sporlarda yakıldığında enerjiyi maksimum yapar. İki kalbin bir arada durmasını ve sadakati temsil eder. Ölümsüz aşkın sembolü de denilebilir.

Lily: Su zambağının egzotik kokusu ferahlatıcı ve tazeleyici etkisiyle sinirleri yatıştırır, huzur verir. Temizliği temsil eder aşkını ifade edemeyenler için çekim gücü vardır sevgi sembolü olarak kullanılabilir yeni ilişkiler için canlılık sağlar. Ayrılık acısını hafifletir, enerji verir depresyona birebir iyi gelir.

Aphrodesia: Bu muhteşem koku Uzak Doğunun gizemli huzurunu taşır. Spirituel bir kokudur meditasyon yoga da kullanıldığında konsantrasyon sağlar, zihinsel aktiviteyi dengeler. Rüyaların hatırlanmasına yardımcı olur, sınav öncesi yakılırsa berrak bir zihne sahip olunur.

Myrrh: Sarı sakız yada mür denir. Muhteşem kokusu etkileyicidir. Çevrenize huzur ve sükunet verir.

Musk: Misk otunun muhteşem egzotik kokusu ferahlatıcı ve sakinleştiricidir. Nazar veya benzeri terslikleri ortamdan temizler. Karşısındaki insanın gerçekleri söylemesini sağlayıcı etkisi vardır, heyecanı yatıştırır. Şifa kokusudur. İyileştirici etkisinden dolayı baş ağrısı ve bilinen çeşitli ağrıları hafifletici özelliği vardır.

Sage: Ada çayının taze ve büyüleyici kokusu huzur verir, sinirleri yatıştırır, bedeni gençleştirir. Koku terapi için idealdir. Ortamdaki olumsuz enerjileri temizler, metabolizmayı dengeler, diyet yapanlara tokluk hissi verir.

Cıtronella: Güney Asya otundan elde edilen bu tütsü, stres'ten arındırır. Uykusuzluğa iyi gelir, şifa rituellerinde kullanılır. Derin dünyaların sırrını kokusunda sakladığı söylenir. Romantizmi destekler. Bilincin yükselişine yardımcı olur. Sanatın sembolüdür, hayalleri zenginleştirir.


Siddhi Nedir?

Siddhi ya da siddhi’ler paranormal yeteneklerin yoga terminolojisindeki adıdır. "Sidh" sözcüğünden türetilen terim, Sanskrit dilinde "mükemmel yetenekler", "mucizevi güçler" anlamına gelir.

Hindu yogilere göre ruhsal gelişmeyle edinilebilecek bu yetenekler şunlardır: Durugörü, telepati, zihin okuma, levitasyon, materyalizasyon, demateryalizasyon, ideoplasti (kriyashakti, zihinsel yolla maddeyi etkileyebilme), insanüstü dayanıklılık, ölüm anını bilme.

Terimin Pali dilindeki karşılığı "harikulade yetenekler" anlamında kullanılan iddhi’dir (iddhis). Bu paranormal yeteneklerin geçmişte "erenler" adı verilen sufi dervişlerde de görüldüğü rivayet edilir.

Meditasyonun Faydaları

Meditasyonun pozitif etkileri hakkında yazmadan önce, aslında en büyük pozitif etkinin meditasyonun kendisi olduğunu belirtmemiz gerekir. Ancak meditasyon teknikleri, yukarıdaki bölümlerde ifade edildiği gibi, çok çeşitli olduğundan, bu faydaları genellemek doğru olmayacaktır. Örneğin meditasyonun faydaları üzerine en çok bilimsel araştırma yapılan Transandantal Meditasyon(TM)tekniğinin işleyişi, bir çok meditasyon uygulamasından farklıdır.

Bu farklılık araştırmacılar tarafından tekniğin doğallığına bağlanmaktadır ki her meditasyon uygulaması TM tekniğinde bilimsel olarak kanıtlanmış yararların ortaya çıkmasını sağlamaz. Hatta bazı tekniklerin münzevi yaşam şeklini seçmeyen insanlarca uygulanmasının getireceği sonuçlar tam olarak bilinememektedir.

Kişinin meditasyonda hissettiği neşe konumu o kadar derin ve tatmin edicidir ki, kişi herhangi bir başka etkiye bakmaz, kişi sadece kendi iyiliği için meditasyon yapar. Aynı zamanda, meditasyonun yaşamımızın her alanında pozitif bir etkisi vardır. Nedeni, belli bir tür meditasyonu yapan bir kişinin sübtil sistemi (Çakraları ve enerji kanalları) temizlenir ve dengeye gelir ve böylece bütün yaşam dengeye gelir ve mutluluk ve huzurla dolar. Meditasyonun en basit etkisi, sağlığın düzelmesidir. Ancak burada, meditasyonun bir tedavi tekniği olmadığını ya da alternatif tıp olmadığını vurgulamak önemlidir. Her şey çok basittir: sağlıklı olmak için, kişi sağlıklı bir yaşam sürmelidir. Ancak, "sağlıklı yaşam" sadece uygun fiziksel koşullar demek değildir, daha derin anlamda çakraları temiz tutmaya yardım eden bir yaşam şeklidir. Ve meditasyonun yaptığı kesinlikle budur. Çakralar bir kez temiz olduğu zaman, baktıkları kontrol ettikleri organlara yeterli enerjiyi sağlarlar. Ve böylece, organlar sağlıklı hale gelir ve fiziksel rahatsızlıklar kaybolur. Tedavi edilemez diye düşünülen hastalıkların sadece birkaç ay içinde tedavi edilmesine sıkça rastlanır. Aslında, bunda mucizevi bir şey yoktur: meditasyon ve içgözlem (bunlar Sahaja Yoga'nın iki temel yaklaşımıdır) yoluyla kendimizi düzeltirken, açgözlülük, ihtiras, öfke, vb. gibi düşmalarımızdan da kurtuluruz. Çakraların dilinde, bu, çakralarımızın temizlendiği anlamına gelir. Ve, sonuç olarak, kişi fiziksel, akılsal ve duygusal olarak da sağlıklı hale gelir.

Meditasyonun diğer bir pozitif etkisi de, günlük hayatımıza getirdiği dengedir. O denge sonucu, kişi ne iş yaparsa yapsın, onu daha iyi yapar ve daha çaba harcar. Böylece, kişi işte daha başarılı olur ve bu başarı çok sıkı ya da çok fazla çalışarak değil ancak işi daha iyi yaparak kazanılır. Düzenli olarak meditasyon yapan kişi, işinden neşe duyar ve bununla kendinizi tüketmeden başarılı olursunuz. Benzer şekilde, ailemiz ve sosyal ilişkilerimizde gelişir çünkü meditasyon yapan bir kişi diğerlerinde hatalar bulmak yerine kendine bakma davranışını kazanır. Daha da fazlası, böyle bir kişi, diğerlerine karşı daha pozitif bir davranış içinde olur ve onlarla tartışmak yerine insanlara yardım eder.

Meditasyon bütün çakraların açılmasına ve temizlenmesine yardım ettikçe, onların esas kaliteleri kendilerini göstermeye başlarlar. Böylece, kişi, masum, yaratıcı, cömert, korkusuz, sevgi dolu ve affedici hale gelir. Biz hepimiz bu kalitelere sahip olmamız gerektiğini biliyoruz ancak onlar vaaz vermekle ya da kitaplar okuyarak geliştirilemezler. Çakraların temizlenmesi kendi içimizde yer alması gereken gerçek bir süreçtir. Ve, meditasyon sırasında olan da kesinlikle budur. Bu çalışma, kişi meditasyon yaparken yedinci çakraya -Sahasrara'ya yükselen- Kundalini enerjisi tarafından yapılır. Sadece Kundalini yükselip altıncı çakrayı-Agnya'yı geçerken, kişi düşüncelerin üzerinde meditasyon demek olan düşüncesiz farkındalık konumunun içindedir.